4 Aralık 2020

‘Liderler Ağlamaz’

ile Birsen Çevik Akgünlü

Son yazımı, ‘Peki liderlere kim empati gösterecek?’ sorusu ile bitirmiştim. Cevaba dair görüşlerimi paylaşmadan önce, size bir kaç soru daha sormak istiyorum:

  • Sizce liderinizin empatiye ihtiyacı var mı?
  • Yöneticinizin dünyasını, yargılamadan onun gözü ile anlamaya çalıştığınız oluyor mu?
  • Yöneticinize en son ne zaman ‘nasıl olduğunu’ sordunuz? Pandemi dönemini o nasıl geçiriyor?
  • Ya da yöneticinizin bunların hiçbirine ihtiyacı yok mu? O, bir ‘superman’ ya da ‘superwoman’ mı?

Sizin liderinizi bilmiyorum ama iş hayatında birçok liderden ‘Süper Kahraman‘ mışçasına davranması beklendiğini biliyorum. Tıpkı geleneksel cinsiyet kalıpları içinde, kahraman şablonuna sokularak yetiştirilen erkeklerden beklendiği gibi: Onlar ağlamaz, duygularını belli etmez, korkmaz, kaçmaz, hem daim dayanıklıdır ve kendi başının çaresine bakar. 

Psikoloji İstanbul’un ‘Erkekler Ağlamaz’ isimli paylaşımı, Amerikan Psikoloji Birliğinin (APA) erkeklerle ilgili yaptığı bir çalışmaya dair önemli tespitler içeriyor: ABD’deki cinayetlerin yüzde 90’ını erkekler işliyor. Erkeklerin intihar nedeniyle ölme ihtimalleri kadınlardan 3,5 kat daha fazla ve yaşam beklentileri kadınlardan 4,9 yıl daha kısa. Erkek çocuklara dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı, kız çocuklarından daha fazla konuluyor. Çalışmada, erkeklerin duygularını, çelişkilerini, kırılganlıklarını bastırmalarının, hem içten hem de dıştan yankılanan hasarlara neden olduğunu gösteren 40 yıllık araştırmalar referans olarak gösteriliyor. 

Peki benzeri bir ‘çelik zırh’ı giymesi beklenen liderlerin ruh halleri nasıl etkileniyor? Ya da onların psikolojik durumları çevrelerini nasıl etkiliyor?… 

‘Mükemmel Lider’

Liderlerden, güçlü, azimli, gözü kara, tuttuğunu koparan bir profil sergilemesi, duygularını ve iç çatışmalarını bastırması, kırılganlıklarını saklaması ve her daim dayanıklı olması bekleniyor.

Ayrıca liderlerin teknik yetkinliklerine dair de beklentiler yüksek. Alanlarında uzman olmaları, her sorunun cevabını bilmeleri ve hata yapmamaları gerekiyor.

Özetle başarılı bir lider olabilmek için bir kahramanın karakteristik özelliklerine sahip olmak yetmiyor, iş hakimiyetinin de ‘mükemmel’ olması gerekiyor! 

Çünkü çocukluğumuzdan itibaren ‘başarı’, mükemmelliyetçi kalıplar üzerinden tanımlanıyor.

  • Soru sormanın ya da merak etmenin değil, doğru cevabı bilmenin takdir edildiği bir eğitim sisteminde büyüyoruz.
  • Sınavlarda üç yanlış, bir doğruyu götürüyor. Eğitim sistemi, hatalardan öğrenmek ya da çabayı ödüllendirmek gibi kavramların yakınından bile geçmiyor.
  • Ebeveynler çocuklarının başarılı olup olmadığına, komşu çocuğunun başarı durumuna göre karar veriyor.
  • Ağlayan çocuğa şımarık ya da mızmız etiketi yapıştırılıyor. Olgunlaşmak ve güçlenmek, duyguları ve kırılganlıkları bastırabilmeyi becermekle eşdeğer görülüyor.

Bu tornadan başarı ile mezun olduğumuzda iş hayatına atılıyoruz. Kendimizi yöneticimize, iş arkadaşlarımıza ve ekibimize her gün yeniden ispatlama gerekliliği ile tanışıyoruz. Yüksek performans göstermemiz, iş sonuçlarımızı sürekli kontrol etmemiz, ilgili kişileri düzenli bilgilendirmemiz, bir yandan da başarılı bir ekip yöneticisi olarak ekibimize zaman ayırmamız ve empati göstermemiz gerekiyor.

Bu -meli/-malı listesi ve yetiştirildiğimiz mükemmeliyetçilik şablonu birleştiğinde, kendi iç sesimizi yani pusulamızı kaybetme riskimiz yüksek. ‘3P’ çukuruna düşme riski düyorum ben buna. Amerikalı bir araştırmacı olan Dr. Brene Brown’nun tabiri ile ‘Please, Perfect, Perform’.

  1. Herkesi memnun etme çabası (please) : Yöneticimizi, ekibimizi, eşimizi, çocuğumuzu mutlu etmeye çabalarken kimseye yaranamama durumu
  2. Mükemmel olma çabası (perfect) : Her şeyi kontrol edip rahat hissetmeyi hedeflerken, kontrol edemediklerimizden dolayı yorgun düşme durumu
  3. Kendini ispatlama çabası (perform) : Başkalarının beklentilerinin ve doğrularının peşinde kendi değerlerimizden ve doğrularılarımızdan uzaklaşma, kendimize yabancılaşma durumu…

3P’yi kendi tecrübelerimden bir örnek ile biraz daha açmak isterim. Yeni bir göreve atanmıştım ve tamamen yeni bir ekip ile çalışacaktım. Eski ekibime uzun süredir liderlik ediyordum. Ekip yönetimini onlarla öğrenmiştim. Bir nevi beraber büyümüştük. Ekibin bana duyduğu saygı, ‘direktör’ unvanından öte paylaştığımız ortak değerler üzerine kuruluydu.

Görev değişimi sonrasındaki ekibimle ise daha yeni tanışıyorduk. Geçmişte beni başarılı kılan liderik tarzımın bu ekipte de benzer bir sonuç vereceğini düşünüyordum. Ancak zaman içinde yeni ekibimden aldığım geri bildirimler ile ihtiyaçlarının farklı olduğunu anladım. Demokratik liderlik yaklaşımından, daha direkt bir liderlik tarzına geçmem gerekiyordu. Farklı kaslarımı geliştirmem için güzel bir öğrenim fırsatıydı.

Ancak duruma, ‘benim için bir gelişim fırsatı’ bakış açısı ile yaklaşamadım. ‘Doğru’ liderlik özelliklerini gösteremediğim için kendimi başarısız hissettim. Kırılganlığım ile yüzleşmekten kaçtım. Ekibimi memnun etmeye ve kendimi ispatlamaya odaklandım. Hooop! 3P çukuruna düşmüştüm!

Ben, ‘Şimdi oldum mu? İspatladım mı liderliğimi?’ diye sordukça daha çok geri bildirim geldi. ‘Bir konuyu bilmiyorum demek bir direktöre yakışmıyor, bu kadar açık olma’ dediler. Bu konuda da haklı olabilirler, diye düşündüm. ‘Masaya yumruğunu vurmalısın’ dediklerinde, ekibim daha güçlü bir lider görmek istiyor, diye yorumladım. Liste böyle uzadı gitti.

Sonuçta ortaya hiç ben gibi olmayan birşey çıktı. Kendi iç sesimi ve pusulamı tamamen kaybettim. Olmadık zamanlarda, beklenmedik ortamlarda duygusal patlamalar yaşamaya başladım. Mükemmel lider olacağım derken, başladığımdan çok daha kötü bir noktadaydım. Beni dibe çeken 3P çukurundan çıkmam gerekiyordu. Çıkışımın, kırılganlığım ile yüzleşmem ve kendimi olduğum gibi kabul etmem ile mümkün olacağını fark ettiğim gün, bolca gözyaşı dolu ama benim için çok kıymetli bir gündür.

Dr. Brene Brown, uzun yıllardır mükemmeliyetçilik, yeterlilik, utanç ve kırılganlık gibi kavramlar hakkında araştırmalar yapıyor. Dr. Brene’nun araştırmaları gösteriyor ki:

  • Farklılıklarını kabul eden ve kendilerini değerli hisseden kişiler, mükemmelin peşinde koşanlara göre daha güçlü bir sevgi ve bağlılık duygusuna sahipler. Neşe ve keyif gibi kavramlar hayatlarında önemli yer tutuyor. Utanç, kaygı, korku gibi duygularını ve kırılganlıklarını tamamen kucaklayabilme yürekliliğini gösteriyorlar.
  • Başkalarının gözünde mükemmel olmanın peşinde koşanlar ise, enerjilerinin neredeyse tamamını 3P’de patinaj çekerek harcıyorlar. Çok meşgul ve yorgunlar. Hayattan daha az keyif alıyorlar. Çünkü kırılganlıklarına karşı kendilerini korumak için kuşandıkları zırhlar, neşe gibi olumlu duygularını da uyuşturuyor.

Yazımızın konusu olan soruya geri dönersek: ‘Liderlere kim empati gösterecek?

  • İlk önce kendileri. Kendi farklılıklarımızı ve duygularımızı kucakladığımız ölçüde özgür ve mutlu bireyler olmamız mümkün. Kendimizi değerli hissetmemiz için mükemmel bir kahraman olmamız gerekmiyor. Bize biçilen kalıplardan sıyrılıp, otantikliğimizi ve tutkularımızı yücelterek, tüm samimiyetimiz ile ‘gerçek’ bir lider olmamız mümkün. 
  • Sonra da yöneticileri ve ekip arkadaşları. Mükemmel kahramanlar sadece filmlerde… Yaşı, kıdemi, unvanı ne olursa olsun karşımızdaki kişinin de en az bizim kadar empatiye ihtiyacı olduğunu unutmamak gerekiyor. Pandemi döneminin de net bir şekilde gösterdiği gibi, hepimizin ana ihtiyaçlarından biri ‘dayanışma’.

Kendinizi ve çevrenizdekileri -uzaktan da olsa- samimiyetle kucakladığınız güzel bir gün dilerim.

Esen kalın,

Birsen Çevik Akgünlü

04 Aralık 2020